Türkiye'de insanlar genellikle kendileri için değil, başkaları
için yaşarlar. Aslında güzel bir evde oturmanın ya da iyi bir otomobil
kullanmanın vereceği zevk, başkalarının bu eve ve otomobile nasıl
özlemle ve gıptayla bakacağını bilmenin vereceği keyfin yanında solda
sıfır kalır. Servet sahibi olanların, her gün servetlerini medyada
sergilemeleri bu yüzdendir. Makam ve mevki için de böyledir durum.
Otoriteyi ele geçirmenin sarhoş ediciliği de buradadır: Başkalarını
susta durdurmak, onlardan üstün olmak, onlara emir vermek! Bazı
siyasiler bunu bir parça gizleyebilir ama kimilerindeki zevk kasılmaları
her gün ekranlara yansır.
Birbirine bu kadar çok çiçek gönderen toplum yoktur dünyada. Ama
bunlar gönülden gelen alçakgönüllü kır çiçekleri değil, illa dev
çelenkler olmalı ve üzerinde isminiz yazmalıdır. Yerli yersiz herkese
çelenk gönderilir: Cenazeye, düğüne, kebapçı, oto galerisi ya da umumi
hela açılışına.
Düğünlerde çok cayırtı yapılması, mesela Anadolu köylerinde göğe ateş
edilmesi ve İstanbul köylerinde havai fişek gösterisi yapılması da
bunun bir göstergesidir.
Bu yüzden Türkiye'de birey olarak kendi varoluş problemleriniz ya da
metafizik kaygılarınızla uğraşamazsınız. Ne kadar köşenize çekilmiş
olursanız olun fazilet davası, kur hesabı, manken aşkları ve arabesk
feryatlar gelip sizi bulur.
Medyanın en çok söylenti ürettiği ülkedir burası. Çünkü insanlar buna
meraklıdır. Bu yüzden bireysel olan hiçbir şey derinleşemez, kök
salamaz; insanlar kendi iç hesaplaşmalarına dalamaz, olgunlaşamaz.
Her şey "Bir rivayete göredir" buralarda. "Bir hadisenin şüyuu
vukuundan beterdir." (Söylentinin çıkması, gerçekleşmesinden daha
kötüdür).
Yöneticilerin eleştiriye tahammül edememesi de aynı konunun bir başka yönüdür.
Sorunların çözülmesi değil, yok sayılması, görmezden gelinmesi tercih
edilir. Bu nedenle, bir şeyi eleştirdiğinizde, o durumu ortaya çıkaran
kişi olarak sanki sorunun nedeni sizmişsiniz gibi tepki alırsınız.
Ortega y Gasset'in felsefi mesajı daha çok bizim için söylenmiş
gibidir: "Ben, kendimin ve çevremin toplamıyım!" Her TC yurttaşı,
kendisinin ve çevresinin toplamıdır. Yani hangi erdemleri taşırsanız
taşıyın, hangi ilkelere inanırsanız inanın, toplumun akmakta olduğu
çamurlu dere yatağından kurtulamazsınız. Gelir, size bulaşır! Sizi de
kendisi gibi kılmak için müthiş bir uğraş verir. Milyonlarca satır yazı
üzerinize saldırır; milyonlarca televizyon imgesi gözünüzü ve beyninizi
hırpalar. Çünkü siz bir bireysinizdir ve Türkiye'nin bireye tahammülü
yoktur. Hele bağımsız, özgür düşünceli, kendi kendisine sorular soran,
vicdanlı bireylere asla! Bu yüzden Türkiye'de bireyselliğini korumak
isteyen insanların ömrü, sürüleştirme çabalarına direnmekle geçer.
Değmez dediğin insan, kalbinin her kıvrımına değer ya; hayatın en falsolu küfürlerinden biridir bu aslında..!
24 Aralık 2012
Sürünün İçindeki Birey
Gönderen murat zaman: 23:57
Etiketler: Köşe Yazıları
Subscribe to:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 Comments:
Post a Comment