Değmez dediğin insan, kalbinin her kıvrımına değer ya; hayatın en falsolu küfürlerinden biridir bu aslında..!

Agustos Pembe 90 Image Banner 468 x 60

1 Ağustos 2007

ROMEO İLE JULIET

ROMEO İLE JULIET



'Romeo ile Juliet', büyük İngiliz oyun yazarı Shakespeare'in (1564-1616) gençlik yıllarında, sanatının ilk döneminde yazdığı eserlerden biridir. Oyunun içindeki bir söze dayanılarak, bunun 1591 yılında yazılmış olabileceği düşünülmektedir. Konusu, İtalyan hikayecisi Bandello'nun (aşağı yukarı 1485-1553) bir hikayesinden alınmıştır Bandello gerçek bir olayı anlatmaktadır.

İtalya'da Verona'da Capulets ve Montagues aileleri yıllardır kan davasını sürdürmektedirler. Bu ailelerde karşılıklı o kadar çok ölüm olmuştu ki
Sonunda yönetici Prens Escalus yine bir çatışma çıkarsa ağır cezalar uygulayacağını iki aileye kesinlikle bildirir.

Montegu ailesinin genç oğlu Romeo, Roseline'neye çılgın gibi tutkundur fakat Roseline onu reddeder. Romeo'nun en yakın arkadaşı ve aynı zamanda yeğeni olan Benvolio onu teselli etmek için Capulet'lerin düzenledikleri maskeli baloya gitmeye zorlar. Orada Roseline'den çok daha güzel kızlar olduğunu, o kadar üzülmeye değmeyeceğini göstermek ister.

Romeo ve Benvolio baloya giderler. Capulet ailesinin kızı Juliet'le Romeo birbirlerini görür görmez aşık olurlar. Ve o günden sonra da gizli gizli buluşmaya başlarlar. Juliet'in dadısı onların buluşmalarını sağlar. Romeo her gece gizlice Juliet'in odasına balkondan girmektedir. Evlenmeye karar verirler. Bir rahip onları gizlice evlendirecektir. Rahip iki aile arasındaki düşmanlığı bu evliliğin kaldıracağını kabul ederek onları evlendirmeyi kabul etmiştir.

Lady Capulet'in yeğeni Tybalt bir öğleden sonra sokakta Romeo ve onun arkadaşı Mercutio 'ye rastlar. Tybalt Romeo'ya ağır hakaretlerde bulunur fakat Romeo Juliet'i düşünerek onu yanıtlamaz. Arkadaşı Mercutio Romeo'ya yapılan korkaklık ve ağır hakaretleri kabul edemez ve Tybalt ile çatışır. Romeo engel olamaz. Tybalt ve Mercutio düelloya tutuşurlar, Mercutio ölür ve Romeo bunun üstüne Tybalt'la düello eder ve o da onu öldürür. Olayı duyan Prens Romeo'nun yakalanmasını emreder.

Bu arada Juliet'in ailesi kızlarını Paris ile evlendirmek isterler. Juliet bütün bu olanların acısını yaşarken evlilik teklifini defalarca reddeder. Romeo prensin askerlerinden kaçar. Prens onun hakkında sürgün cezası verir. Büyük bir mutsuzluğa düşen Romeo'yu rahip umutlandırır. Öğütler vererek onu gönderir. Yine bu olaylardan sonra ailesinin Paris'le evlendirmek istemesi üzerine mutsuzluğa düşen Juliet'e rahip öğütler verecek ve Romeo'ya kavuşabilmesi için bir yol gösterecektir. Rahip, Juliet'e bir iksir verir. Bu iksiri içtiğinde herkes onu öldü zannedecektir. Oysa o sadece bir gün süreyle uyuyacaktır. Plana göre, uyandıktan sonra Romeo'nun yanına gidecektir. Rahip sürgündeki Romeo'ya bir mektup yazar ve iksiri Juliet'e verir. Mektup Romeo'nun eline ulaşmaz. Fakat Juliet'in Paris'le evleneceği haberini alır ve yasağa rağmen geri döner. Döndüğünde öldüğünü zanneder Juliet'in. Biraz sonra Paris gelir. İkisi de Juliet'in öldüğünü sanırlar. Paris'in kışkırtmasıyla Romeo yine istemediği halde onu öldürür ve Juliet'in yanına yatarak kendini hançerle intihar eder. Zaten Romeo Juliet'in yanında ölmeye gelmiştir. O sırada Juliet yavaş yavaş uyanır ve Romeo'yu yanında görür. Romeo'nun, kendisinin öldüğünü zannederek intihar ettiğini anlar ve o da Romeo'nun hançerini göğsüne Romeo'nun intiharına eşlik eder. Ölümsüz aşklarına ölümle kavuşmayı yeğlemişlerdir.

Bu iki ölüm düşman ailelere büyük bir şok yaşatır. Prens'in önerisiyle aileler arasındaki düşmanlık ortadan kaldırılmıştır. Capulet ve Montague'ler ağır acılarıyla baş başa kalmışlardır.

"Aşkların aşkı Romeo ve Juliet, Romeo'nun gözünün önünden bir an bile ayırmak istemediği bir kadına çılgınlar gibi tutulmasıyla başlıyor. Bu kadının adı Rosalind. Romeo, Juliet'le karşılaştığında ise Rosalind'in ömrü bir anda üzerine tıklandığı anda yok olan bir internet sayfasınınkine eşdeğer oluyor. Aşk böyledir demek istiyor Shakespeare. Gelir, geçer. Eğer çok ciddiye alınırsa da, öldürür."

Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montague olmasan da
Hem Montague nedir ki ?
Ne eli bir erkeğin
Ne ayağı, ne kolu
Ne yüzü, ne de başka bir parçası
N'olur başka bir ad bul kendine..

Adın ne değeri var ki
Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?

Romeo'nun adı olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı


ROMEO: Oradaki, şu tüm meyve ağaçlarının tepelerini yaldızlayan Kutsal ayın üzerine yemin ediyorum.
JULlET: Ayın üzerine yemin etme.
Her ay, yuvarlak dairesinde değişen vefasız ayın üzerine. Yoksa senin aşkın da onun gibi değişken olabilir.
ROMEO: O halde neyin üzerine yemin edeyim?
JULlET: Hiç yemin etme.
Ya da istiyorsan, o zarif benliğinin üzerine yemin et. O, benim putperestliğimin tanrısı. Ve o zaman sana inanırım.









Romeo and Juliet



William Shakespeare
seveceksen ölçülü sev ki sevgin uzun sürsün;
cok hizli giden de cok yavas giden gibi gec varir hedefe


romeo-juliet

yağmuru seviyorum diyorsun,
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
işte, bunun için korkuyorum;
beni de sevdiğini söylüyorsun...






Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni,
Değmez, bu yangın yeri avuç açmağa değmez,
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş, el emeği, göz nuru,
Ötekiler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi kötüler kadı olmuş Yemene:
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.





Ne tunç ne taş ne toprak ne de sonsuz denizler
Acıklı fâniliğe karşı koyamazken,
Nasıl bu kör öfkeyle güzellik cenge girer
Çabasında en fazla bir çiçek gücü varken?
Ah, nasıl göğüs gersin yazın tatlı rüzgârı
Gaddar günler dört yandan üstüne yürüdükçe,
Bozguna uğrattıkça yenilmez kayaları,
Çelik kapılar bile zamanla çürüdükçe?
Ne korkunç bir düşünce!
Ah, nerde saklı dursun
Çağların mücevherleri
Çağların sandığından?
Hangi zorlu el var ki bu koşuyu durdursun?
Güzellik yağmasını kim esirgesin ondan?
Yok hiçbiri. Meğer ki mucize sürsün de
Sevdiğim ışıldasın kara yazı üstünde.





III
Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
El pençe divanım ben arzuna, buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir,
Sen istemezsen eğer hizmetlerim boşuna.
Haddim değildir küsmek sonu gelmez anlara.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken.
Ayrılık acısını düşünmem kara kara
Sen bir kere kölene uğurlar olsun dersen.
Kıskanç kuşkularımda haddim değildir sormak
İçli dışlı olduğun kimdir, nedir işlerin;
Nasibin bir put gibi hiç düşünmeden durmak
Saçtığın mutluluğa yanarak derin derin.
Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bir kötülük yapsan da.
Bakın ama, kızıl bir örtüye bürünmüş sabah, doğudaki
yüksek tepenin çiğleri üstünde yürür.


���������


yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını
yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı
başın döndü mü öbür yana döndür başını
başkasının güçsüzlüğüyle iyileşir umutsuz keder
gözlerine yeni bir zehir bul ki
yok etsin ötekinin zehrini...


William Shakespeare


Tıpkı Shakespeare?in Romeo ve Juliet?inde olduğu gibi. ?Romeo: Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı. Juliet: Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı. Romeo: Öyleyse ver bana günahımı geri.?

Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye
Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden:
Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,
Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden.
Gönlüm bildirir senin orada yattığını
Öyle bir hücredeki giremez billur gözler;
Gözüm inkara kalkar gönlün anlattığını,
Güzel yüzünün ona sığındığını söyler.
Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır
Düşünceler kurulu:soruşturur hakçası
Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır
Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası:

Senin dış güzelliğin olur gözümün payı,
Gönlüm kazanır aşkın gönlündeki dünyayı.

�������



Vurgunum gözlerine, o gözler acır bana:
Bilirler, yüreğin hor görüp işkence eder;
Seven yaslılar gibi kara çekmiş sırtına,
Kıvranışımı özlü bir şefkatle süzerler.
Sabahleyin göklerde ışıyan güneş bile
Yaraşamaz Doğunun soluk yanaklarına,
Akşama yol gösteren gür yıldız, görkemiyle
Böyle ışık saçmaz loş Batının yarısına:
Yaşlı gözlerin daha çok yaraşır yüzüne.
Bana da bir pay ayır yüreğindeki yastan:
Seni yas daha güzel gösterir ele güne;
İşte acıma duygun sana biçilmiş kaftan.
"Güzel ancak karadır," diye yemin ederim,
Senin renginden yoksun olan çirkindir derim.

����������



Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken
Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken
Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere
Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler;
Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım,
Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler.
Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.


��������



Tanrı beni ilkbaşta sana kul yaptı, sonra
Keyfine el koymayı kurmamı yasak etti.
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara;
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.

�����������..



Sahiden uyuyor mu?
Ahh! Kim vurmuş kumrumu?
Ben geldim, civanım, yiğidim, kalk!
Kalksana, konuşsana!
Görmüyor musun? Yoksa...
Örttü mü, gözlerini kara toprak?
Bu zambak dudaklara,
Şu zeren yanaklara,
Acımadın mı hiç kahpe felek?
Aşıklar, aşk timsali,
Gözü pırasa yeşili
Piremuz bırakıp gitti beni!
Hadi gel, tezcanlı ecel,
Gel bana, geline gel,
Batır mum sarısı ellerini,
Batır benim de kanıma!
Madem kıydın canına,
kopardın onun bamtellerini.
Konuşma artık, ey dil,
Sadık kılıç, naz etme, gel,
Odlara yanmış bağrımı dağla!
Bıçaklar kendini.
Geldim yolun sonuna,
Uğurlar olsun bana!
A dostlar, o dostlar, kalsın siz de sağlıcakla!

0 Comments: