Değmez dediğin insan, kalbinin her kıvrımına değer ya; hayatın en falsolu küfürlerinden biridir bu aslında..!

Agustos Pembe 90 Image Banner 468 x 60

25 Eylül 2007

e-mail

Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır.
Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına e-mail atmaya karar verir. Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir. Tam bu sırada farklı bir yerde kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni Dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür, arkadaşlarından geldiğini düşündüğü Maili okuyunca olduğu yere yığılıp kalır.Odaya giren annesi yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür. ?

Kime: Sevgili karıma
Konu: Yeni ulaştım.
Tarih: 16 Mayıs 2004

Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz . Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım. Her şey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin.

Not: Burası çok sıcak

Japonlar seni seviyorum neden demez?

Bir Japon firması 'hediyelik fasulye' yapmış. Fasulye tanelerinin üzerine
lazerle 'seni seviyorum' lafını
kazıyorlarmış. Nemli toprağa gömülmüş fasulyeyi alıp uygun gördüğünüz kişiye
hediye ediyormuşsunuz. Beş gün sonra fasulye filizlendiğinde de ortaya 'seni
seviyorum' yazısı çıkıyormuş.

Bu haliyle de elbette haber değeri var ama bir malumatı eklersem sanırım
daha da ilginç hale gelecek.
Böyle bir ürünü Fransız yahut Brezilyalı bir firma da üretebilirdi. Sonuçta,
aşk meşk filan evrensel meseleler. Fakat 'seni seviyorum' diyen fasulyelerin
Japonya'da satışa çıkması gayet anlamlı.
Çünkü orada çiftler birbirlerine asla 'seni seviyorum' demiyormuş!

'Hiç öyle şey olur mu yahu?' tepkisi verdiyseniz yerden göğe haklısınız. İlk
duyduğumda bana da inanılmaz gelmişti. Ama bizzat Japonlar'a doğrulattığım
için rahatlıkla, ' vallahi de, billahi de, tillahi de demiyorlarmış' diye
yemin bile edebilirim.

Tabii ki de Japonya'da 'seni seviyorum' demeyi yasaklayan bir kanun yok.
Hatta 'aşk'a karşılık gelen 'koi' diye bir sözcük de varmış. Ancak kimse
bunu kullanmıyormuş! Bir Japon, aşkından ölse dahi en fazla 'suki desu'
diyormuş. Yani, 'senden hoşlanıyorum'. Onlara göre bunun nedeni, 'sevginin
kelimelerle değil,davranışlarla ifade edilmesi gerektiğine inanmaları' imiş.
Hadi bunu çok güzel açıklamışlar. Kulağa bayağı hoşgeliyor. Peki Japonca'da
'canım, cicim, hayatım,tatlım, meleğim' gibisinden sevgi sözcüklerinin hiç
olmamasına ne diyorsunuz?

'Seni seviyorum'u geçtik, kimse kimseye 'kınalı kuzum' da demiyormuş yani!
Evli çiftler birbirlerine, çocukları olana kadar ''ano ne!'' (hey!),
çocuklardan sonra, ''okaasan'' (anne) ve ''otoosan'' (baba), torun torba
sahibi olduklarında ise, 'oi!' (hey sen!) diye hitap ediyorlarmış. Bu
konular için deniyor ki, Japonlar kadın-erkek ilişkilerinde çok kör topal
ilerliyor. Yeni nesil aşmak istese de gelenekler önlerinde Beton Bayram
olarak dikiliyor. Onlar da çaresiz boyun eğiyor. Böyle gelmiş,böyle gidiyor.

Velhasılı kelam, Japonlar'ın 'seni seviyorum' diyen fasulyeleri aslında
toplumsal bir ihtiyacın itelemesinin sonucu. Çok isteseler bile alışkın
olmadıkları için 'seni seviyorum' demeyi tuhaf buluyorlar. Kültürleri bu
cümleyi hayatlarına almaya izin vermiyor. Onlar da problemi fasulye
desteğiyle çözmeye çalışıyorlar işte.

Lütfen şimdi yerinizden kalkın yahut telefona elinizi atın ve hak eden
birine, 'Seni seviyorum' deyin.

Aranıza fasulye sokmaya gerek duymadan....


Sevgiyle kalın,

doktoru çıldırtan hasta

neyiniz var ?

- kimsem yok. çok yalnızım doktor. öle yalnızım ki gölgem bile çıkmıyor.
+ ben size nasıl yardım edeyim?
- grup terapisi verseniz? şöle kalabalık olanından .

+ bana şikayetlerinizi tarif edin.
- hep yalnızım . çok sıkılıyorum. canım hiç bişey yapmak istemiyor.

+ depresyonda mısınız?
- yok, girmeye üşendim.

+ size bir doktor arkadaşımı tavsiye edicem.
- o da mı yalnız?
+ hayır psikolojik yardım amacıyla..
- anladım. beni çift kişilikli yapabilir mi? böylece yalnız kalmam .

+ hayır ama isterseniz sizi öldürünce toplu mezara gömebilir.
- sahi mi?
+ hayır.
+ anneniz hayatta mı?
- bu hayatta değil.
+ peki annenizi hatırlıyor musunuz?
- hayır. tek hatırladığım bana "seni leylekler getirdi" derdi.

+ bu normal. her çocuğa böyle derler.
- ama beni leylekler geri getirmiş.

+ ailenizden görüştüğünüz birileri var mı? babanız, kardeşleriniz, teyzeleriniz?
- hepsi ben küçükken bir trafik kazasında ölmüş.

+ bütün sülaleniz bir trafik kazasında mı ölmüş?
- evet. bizde murat 124 vardı. onların arkası nasıl geniştir bilirsiniz. herkes binmiş. sonra arabayı kullanan babam karşıdan hızla gelen elektrik direğini görmeyince kaza olmuş.

+ anneniz de bu kazada mı ölmüş?
- hayır arabada yer olmadığı için o arkadan koşuyormuş. kazayı görünce kalpten ölmüş.
+ anladım .

+ çocukluğunuzdan bahsedelim biraz. hiç arkadaşınız var mıydı?
- vardı. sık sık telefonla konuşurduk. beni yeniden dinlemek için 9 a bas derdi. bütün gün konuşurduk. sonra evdekiler çok telefon parası geliyor diye onu aramamı yasakladı.

+ evdekiler? onlar kimdi?
- bilmiyorum. karşı komşu işte.
+ şimdi hiç arkadaşınız var mı?
- bana göre mi onlara göre mi?

+ tamam bu soruyu geçelim.. hiç sevgiliniz oldu mu?
- önceki hayatımdakiler sayılır mı?

+ tamam bunu da geçelim.
+ büyük bir travma atlatmışsınız. böle travmaların en iyi ilacı zamandır.
- bende o ilacın yan etkileri oluyor.

+ o zaman yeni arkadaşlar edinmeyi deneseniz? mesela bir sosyal çevreye girmeyi deneyin.
- AB beni kabul etmedi.

+ daha kolay girilebilecek sosyal çevreleri deneseniz?
- birleşmiş milletler gibi mi mesela

+ mahalledeki gençlerin grubuna katılın mesela..
- ben kalabalık içinde kendimi daha yalnız hissediyorum ama.

+ hmm.. ..
+ o zaman geriye tek bir çare kalıyor.
- neymiş doktor?

+ ben size en kısa zamanda bir trafik kazası ayarlamaya çalışacağım.

23 Eylül 2007

Beni Nereye Koyuyorsun

beni nereye koyuyorsun böyle?
neresinde yaşıyorum yüreğinin?
var mıyım senin için,
gecelerinin masalsı düşü ben miyim
yoksa kendin misin?...
beni sığdırabiliyor musun içine?
hangi yana baksam tünel;
sonsuz uçurumlar gibi dipsiz ve kuyu
hani içinin aynasıdır ya sevdiğin,
benim aynamda karanlık aksetmekte...
öyleyse anlarım ki ben de yokum sen de.
beni nerede yaşatıyorsun söyle?
cennetin miyim senin,
amber kokulu bahçelerinde gezindiğin?
yoksa kaybolduğun kör kuyun mu,
dehliz yalnızlıklarını yitirdiğin?
artık anlamsız geliyor tüm sorular
yanıtlarını bir gün verecek olsan bile
ben de bir şeyler buram buram,
ben de çok şey ılık ılık,
ben de sen acıtarak, kanayarak
eksiliyor...
ben seni bunca zamana ağırlayamazken ruhumda
aitsizliğim çaresiz çoğalıyor...
ve görüyorum aynada yüzü silinmiş suretimi
sen bende herşeysin belki ama
ben sende yitiyorum için için...
beni nerelerde arıyorsun öyle?
yüreğine sor bir de
mutlaka cevabı gelecektir sessizliğinin...

elif ece..

Sen Yokken Biraz Daha Ölüyorum Ben

Sen yokken biraz daha ölüyorum ben
Gönlüm sonbahar, yaprak yaprak dökülüyor
Her mevsim kış, hergünüm gece
Sonu yok yolların, yarını yok saatlerin

Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında
Kokusu yok çiçeklerin, gök kuşağının rengi yok
Ateşi yok sevmelerin, sigaramın dumanı yok
Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin
Ve ben biraz daha ölüyorum gözlerinin ortasında

Alevi yok yangınların, suyu olmadığı gibi yağmurun
Denizin mavisi yok, tıpkı gözlerin gibi
Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin
Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında

Dostu yok gecelerin, geceler çok uzun
Geceler bir ömür, ömür dediğin bir tutam ümit
Ümidi yok yarınların,
Tıpkı senin yokluğun gibi
Ve ben biraz daha sana hasret
Hasret bir ip boğazıma düğümlenmiş
Düğümler her tarafımda, bütün yollar kör düğüm
Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında

Yalnızlığını ben yazarım şiirlerin, ayrılığını ben
Karamsarlıkları hep senden
Hayalinle süslenen bu şehir
Ve ben ölüyorum bu şehirde sensizlik ortasında

MaviKalem
Adem Canpolat

Seni seviyorum diye

Seni seviyorum diye
Gelişine kadar rötar yapmış hayatımı
Seninle yaşamaya hazırlanırken
Sana uzanan yollarımı kapaman niye?
Biliyorum haykırışlarım boşuna
Şahin pençesinde asılı serçe gibi
Nafile tüm çırpınışlarım
Boşuna sesleniyorum duymayacağını bile, bile
Seni beklemem nafile Gözlerinde zifir siyah bir perde
Alkış tutuyorsun alabildiğine
Şamdandaki mum gibi eriyip bitişime
Sen kulaklarını değil
Yüreğini tıkamışsın sana seslenişime Oysa ben
Tüm yokluğuna inat varlığını yaşatırken içimde
Gül pembesi çizgilerle resmini işliyorum
Karanfil moru gecelere
Şiirleri seninle yüklüyorum kanatırcasına
Dizeleri ağlatıyorum.
Seni işliyorum hecelere Tüm yaşayamadıklarıma inat
Seni yaşamak istememdi ütopyalarım
Tek sana adanmışlığımdı ölümüne
Tek senin doldurduğundu rüyalarım
Şimdi
Bir tutam gücüm kaldı en sona sakladığım
Bilmiyorum
Ansızın çıkıp gelecekmisin aniden
Bir avuç toprak olmadan sonunda
Sen diye kucakladığım. Bir gün
Anlayabilme ihtimalin var ya sevdiğimi
Düşüp gelme umudun var ya yüreğinin peşine
Yüreğin bende emanet biliyorsun
Ve ben
Yüreğin yüreğimde
Yüreğin ellerimde
Çok yakında
Çekip gideceğim yok oluşun koynuna
Beni düşürdün ya bu hale
Günahı boynuna.

Mustafa Şekerci

Hayat Bana Yalan Söyledi

İlk kez hesaplaşıyorum kendimle
Tuhaftır kalemi kağıdı ve seni onca sevmeme rağmen
İlk kez yazıyorum,
Şimdi sen yoksun seni düşünmek var
Çocukken de seni düşünürdüm.
Her gece radyo dinler
Şiir yazardım
Her çarşamba pazara giderdik annemle,
Babam maaş aldığında baklava yerdik.
Dondurmayı da çok severdik ablam üç top yerdi ben iki top
Yalnızca bu yüzden kavga ederdik.
Oysa oysa hayatımın vazgeçilmeziydi ablam
Onun da yüzü hiç gülmedi hayırsızın birine kaçıp mahvetti hayatını
Aklımdan hiç çıkmaz gittiği günkü karanlıklar
Hüzünü büyüttüm o günden beri kendimi değil
Gözlerimde hala bir çocuk ağlar
Düşlerimi gezdirdiğim bulutlar
Bir tohumun özlemiydi çiçeğe
Hala kulaklarımda annemin sesi "bitirsen şu okulu bir işe girsen"
Şiirle karın doymadığı doğruydu
Bak Cemil okudu mühendis oldu
En güzel kızıyla evlendi Üsküdarın
Evini de aldı arabasını da
Bense bağlama çalardım kendi halimce
Sesim güzelmiş öyle derlerdi
Nerden bilirdim
Hep hüzün türküleri söyleyeceğimi
hayat bana yalan söyledi
o en güzel yıllarım acılara yenildi.
Almanya'daki abime
Okulu bitireceğime söz verirdim.
Mahsun düşlerimin
O en sürgün adasında
bakışları uzaklara dalıp giden
şarkılar ve mevsimsiz solmuş bir çiçek gibi
Ayaklar altında nasıl ezilirse umut
benim de güneşimi işte öyle çaldılar
öyle tutsak aldılar
sevinçlerimi
sensiz geçen her günü hesabıma yazdılar
şimdi öyle uzak ki çay içip simit yediğimiz günler
kardeşine karne hediyesi uçurtma yaptığım günler
öyle uzak ki.
Oysa saçaklarda titreyen bir serçenin ekmek tanesine kanat çırpması
bir anne duası kadar içten sevmiştim seni
Fener stadında beşiktaş maçı ve parasızlığımız devam ederken
bütün mavilerimi sana vermiştim.
kaybetmek alnıma yazılmış sanki.
Olmadı bir tanem
hayat bana yalan söyledi
o en güzel yıllarım acılara yenildi.
babanın tayini çıkıp gittiğiniz o kış
yine pençe yaptırmıştık ayakkabılarımıza.
sana söyleyemedim ama işten ayrılmıştı babam
kapanmıştı çalıştığı lokanta
senet zamanları daha bir çökerdi omuzları
ve akşam trenleri işçi yorgunluğuyla daha bir uzardı raylar
sitemler bile eğlenmişti hayata
bir yanardağ isyanlara uyanmıştı
üstelik
üstelik sen de yoktun artık
oysa yalnızca sen öpmüştün gözlerimi
bir yanı hep eksik kalan çocukluğumun
aslında her insan biraz yeniktir hayata ve biraz küskün
son tren de kaçınca son istasyondan
öyle kala kalırdık yorgun, vurgun ve üzgün
kendime düşmanlığım bu yüzden
hep kendime pişmanlığım
şimdi her şeyim yarım
fotoğrafının arkasına ne yazdığımı bile çoktan unuttum.
bir silah olsaydı bir silahım
yoksulluğu şakağından
kaybetmeyi kalbinden ve sensizliği alnın tam ortasından vururdum.
düzmece duygular harcım değildi.
uzak denizlerin fırtınasıydım
karlı dağların kekliği
yoksuldum yoksul olmasına ama onurluydum
şimde ne sen varsın ne o eski sevdalar olsun
üstüme devrilse de bu sağır karanlık
akşam olur şairlere gün doğar
bir kerecik söyle demiştin de
söylememiştim hani

İŞTE ŞİMDİ SÖYLÜYORUM SENİ SEVİYORUM



Fatih Kısaparmak

Git

Demek gidiyorsun...
Ben bunu haketmedim!
Ne varsa aşka ve cesarete dair
Sırtlayıp o büyük yangınınla gidiyorsun demek!!
Git........
Oysa
Sen öğretmen çıktığın yıl
Vurup alnıma kavgayı
Simsiyah bir süt gibi yaprak dökmüştü dar ağacı
Akşamlarım olmuştu ve kuduz gecelerim
Göz yaşlarım ağlarken
Bir uzun yolculuk düşmüştü peşime
O gün bugündür tetikte bir ömrün son kurşunusun
Hiç aklıma gelmezdi gülüm
Bu da bana ders olsun!!!!
Demek gidiyorsun...
Böyle olsun istemezdim oysa!!
Hazin vedaların bu baş dönmesi
Cellat kırmızısı bir hüsrandı yollarda.
Sen öğretmen çıktığın yıl
Çırılçılgın bir ağaca soyunmuştu vişneler
Eyvahhhhh.......
Esmer bir ağıdı bileylemişsem
Cinnetin ucunu yakmışsam bir kez
Cehennemin nizamiye kapısındaysam
Ateşten bir nehre dönen bu isyan
Hep o gül yangınına kanat çırpar
Ve en korsan şarkılar yüzünü şarapla yıkar.
Gidiyorsun demek...
Ben bunu haketmedim!!
Ne varsa aşka ve cesarete dair
Sırtlayıp o büyük yangınınla git.
Hadi durma,gençliğimin vebalini,
Ve sevgisiz hayatımızın bedelini ödemeden git..
Bu şiiri sana armağan ettim
Yanına almayı unutma sakın
Issız gecelerde okur ağlarsın
Kimseler görmese de kanarsın gülüm
Neler çektigimi o gün anlarsın!!!
Sonbahar yağmuruyla ıslandım sokaklarda
Ağladım ikimize senden çoook uzaklarda.
Şimdi hüzün makamında bütün şarkılar
Bu yorgun ses,bu kör lamba,bu ateşi sönmüş soba
Tanığıdır yanlızlığın,pişmanlığın tanığıdır.
Çünkü,çünkü benim kitabımda, aşk bir defa yaşanır..
Demek gidiyorsun...
Git..........................
Bir yanda ölümün alnındaki ter
Bir yanda suya düşen sardunya
Ve sabahın saçlarındaki kırağı kadar ışıyorsun
Hadi durma,
Sırtlayıp o büyük yangının vebalini
Ve sevgisiz bir hayatın bedelini ödemeden git.
Bilirsin,gecenin en karanlık olduğu an
Sabahın en yaklaştığı zamandır
Ve hiç bir şey hakkında bildiğimiz her şey
Aslında YALANDIR....
Demiştim ya...
Sen öğretmen çıktığın yıl
Vurup alnıma kavgayı
Simsiyah bir süt gibi yaprak dökmüştü dar ağacı,
Hüzün sarısı yapraklarını
Akşamlarım olmuştu,kuduz gecelerim
Göz yaşlarım ağlamıştı
Bir uzun yolculuk düşmüştü peşime
Çırılçılgın bir ağaca soyunmuştu vişneler.
Demek gidiyorsun...
Git...
Bu şiiri sana armağan ettim
Yanına almayı unutma
Belki soban sönmüş,kitabın bitmiş,dizlerinde battaniye
Yanlızlığın iç çekişini duyarsın
Paketteki son sigaran
Ve titrek bir mum alevi hüznüyle geçmişe dalarsın
Kimseler görmese de kanarsın gülüm.
SEN DE YANARSIN ??????


Fatih Kısaparmak

20 Eylül 2007

Cigarayı Attım Denize

Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
Alıp yaracak olsa yüreğini
Şimdi bir güvercinin

Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir

Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun

Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu

1954
Cemal SÜREYA
(Üvercinka)

Aşk

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin

Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı

İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra

Sonrası iyilik güzellik.

11 Eylül 2007

Hidayet

Hidayet ölünce cennetin kapısında kuyruğa girer. Hemen önünde bekleyen adam, pederdir. Kapıda bir melek beklemektedir.
Melek pedere sorar:
- Hiç günahın var mı peder ?
- Aziz melek ben rahiptim. Tüm hayatım boyunca hep tanrıma dua ettim. Karıma ve çocuklarıma sadık kaldım. İnsanlara ve hayvanlara hep yardım ettim.
Melek :
- Çok iyi bunları biliyorduk zaten, al sana cennetin gümüş anahtarı, der ve sonra Hidayet'e döner:
- Senin hiç günahın var mı ?
Hidayet : Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım. Tanrıya dua etmedim açıkçası, inancım da zayıftı ve bir günahım vardı. Çok sert ve hızlı otobüs kullanırdım.
Melek, Hidayet'e döner ve,
- Bunu da biliyoruz. Çok iyi al sana cennetin altın anahtarı.
Peder bu olaya sinirlenir. Ben hayatımı tanrıya adadım; siz de gidip bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz; haksızlık değil mi?
Melek gülerek...
- Oğlum, sen vaaz verirken herkes uyuyordu; ama Hidayet otobüs kullanırken herkes dua ediyordu. Skor farklı yani...

Cennet

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi... Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar... Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular... Rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın...

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:

- "Afedersiniz... burası neresi?"

Kadın ona gülümsedi :

- "Burası Cennet, efendim."

Adam bunun üzerine sevinçle "Hârika...!!!" dedi.

- "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım.."

Kadın cevap verdi:

- "Tabii efendim, içeri girin... İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz..."

Böylece adam köpeğine döndü...

- "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...

Ama kadın onu birden durdurdu:

- "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz..."

Bunun üzerine adam bir an durdu... Düşündü... Ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular...

Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... Adam sordu:

- "Afedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"

Dede "İçeri gel" dedi...

- "Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..."

Adam sordu:

- "Peki arkadaşım da benimle gelip ordan içebilir mi?"

Dede "Tabii..." dedi.. " çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kâse bulacaksın..."

Bunun üzerine adam kapıdan girdi... Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çesmeyi buldu... Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kâseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler... Derken, adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:

- "Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi..?"

Dede "Burası cennet" dedi..."

Bunu duyan adam şaşırdı:

- "Ama nasıl olur..? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."

Dede "Şu rengârenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "Ama orası Cehennem.."

Adam iyice şaşırmıştı:

- "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..?"

Dede gülümsedi:

- "Kızmıyoruz... Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...."

Prof.Dr. M. Kerem Doksat 'tan

İstanbul - 18.08.2004

maymunla arslanın hikayesi

Maymun, kurmuş çilingir sofrasını ormanın orta yerine, külhanbeyliği yapıyor...

O sırada zürafa oradan geçiyormuş, sormuş:
- Vay maymun kardeş, nasılsın ?
- İyiyim be anam... İçiyorum içiyorum, arslanı dövüyorum...
Zürafa tırsmış ve uzaklaşmış...

Derken, zebra gelmiş, o da sormuş:
- Selam maymun abi, ne var ne yok ?
- N'olsun be gülüm hep aynı; içiyorum içiyorum, arslanı marizliyorum...
Zebra da uzaklaşmış oradan...

Bu kez köstebek geçerken sormuş:
- Maymun yahu naber ?
- İyilik koçum, içiyorum içiyorum, Allah ne verdiyse sağlı sollu girişiyorum arslana !
Köstebek de sıvışmış sessizce...

Ancak, böyle devam ederken, olanlar arslanın kulağına gitmiş ve arslan o tarafa doğru yola koyulmuş. Çıkmış maymunun karşısına:
- Eee, anlat bakalım maymun efendi, ne var ne yok ?
Maymun, hemen kendine çeki düzen vererek cevaplamış:
- N'olsun be abi, içiyorum içiyorum, abuk subuk konuşuyorum...

7 Eylül 2007

Gel


Gam elinden benim zülfü siyahim
Peykan degdi sinem yaralandi gel
Suna basin için aglatma beni
Bugün sevda candan aralandi gel

Gamdan hisar oldum mekanim yurdum
Isitmez avazim dinlemez virdim
Bir degil bes degil on degil derdim
Dügümler bas verdi siralandi gel

Hasretine vasil olam mi böyle
Mecnun'a da baki kalir mi Leyla
Ölümlü dünyadir gel helal eyle
Yüklendi barhanem kiralandi gel

Ne çekerse dertli sinem dag olmaz
Günler gelir geçer ömür çogalmaz
Nesterlidir yaralarim unulmaz
Gögerdi çevresi karalandi gel

Pir Sultan Abdal'im haftada ayda
Günler gelir geçer bulunmaz fayda
Gönül Hak arzular canim hayhayda
Topragim üstüme kürelendi gel
.
Pir Sultan Abdal

Geri Gelen Mektup

Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakşınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah islemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlah'ın,
Gözler ki senin en kati zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir baska füsun fıskırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sirretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklasması güç, senden uzaklasması zordur;
Kalbın işidir, gözle görülmez bu güzellik...
.
Hüseyin Nihal Atsiz

Yürekler Bir Olsun

Bir gün daha geçti sensiz.
Ben yine aynı bilgisayar başında,
radyomun sesini az açmış,
zamanımı ve işimi bitirmeye çalışıyorum.
Öyle hasretim ki yıldızlar altında
seninle oturmaya,
ağaç altında oturup kuşları izlemeye.
Şimdi binlerce kilometre uzaktayız,
Bazen mesafelere isyan edesim geliyor.
çünkü en ihtiyacım olduğu an sana,
yalnızlığım yanımda oluyor.
Yalnızlığım sarıyor senin yerine beni,
Yalnızlığım paylaşıyor tüm dertlerimi,
Yalnızlığıma haykırıyorum,
deli gibi sevdiğimi...
ahh yanımda olsan,
Deli gibi sarılsam sana,
öyle hasretim ki...
Elimi kalbime koyduğum
her an seni yanımda bulacakmış gibi oluyorum.
Sessizce adını fısıldıyorum, gözlerimi kapa .
Sıcaklığın sarıyor dört bir yanımı.
Buz gibi odam, birden sıcacık bir mekana dönüşüyor.
Özlüyorum birtanem.
Sensizlik çok zor, üşüyorum...
Yazıyorum şuan hissettiklerimi,
yazmaya çalışmak kar etmiyor.
çünkü inan hissettiklerimi yazmaya kelimeler yetmiyor.
Meğer ne kifayetsizmiş sözcükler aşkın yanında,
Gözlerine bir kere bakmam bir romanı yazmama yeter.
Hiç bir şey yerini tutmuyor senin.
soğuk klavyemin tıngırtıları beynimi kemiriyor adeta,
Yoksun sevdiğim yoksun işte...
Müziğin her notasında sen varsın sanki
Bak ne diyor şarkıda,
Baha"ölmeyen şarkıyı” söylüyor
Bir gece daha geçti en insafsızından,
ayrı kalmak ne zormuş be cancağızım.
Yetmiyor yazmak hasretimi gidermeye
Yetmiyor hiçbir şey senin özlemini gidermeye.
Anladım ben sensizken yarım kalmış bir roman gibi anlamsızım.
Unutma sevdiğim,
ne kadar uzakta olursam olayım
yine sendeyim.
Birgün uzaklarda yakın olur, önemli olan
YÜREKLER BİR OLSUN

kimi sevsem sensin

kimi sevsem sensin
hayret sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin
hayret senden nedense vazgeçilemiyor
her şeyi terk ettim
ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin
hayret kapıların kapalı girilemiyor
kimi sevsem sensin
senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur
sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin
hayret in misin cin misin anlayamıyorum

Attila İlhan

Ne Ayrılıklar

Biz ne ayrılıklar görmüş adamız,
Gitmek istiyorsan gidebilirsin.
Biz ne ayrılıklar görmüş adamız.
Çekinme sende vur sırtımdan beni,
Biz ne ihanetler görmüş adamız.

Aldırma sen benim yanlızlığıma,
Aldırma sen benim göz yaşlarıma,
Boşver sende kalmış yarınlarıma,
Biz kadare çelme takmış adamız.

Sevsen gidemezdin, sevsen bırakamaz,
Seven çıldırır, seven ne yapmaz,
Git bu ateşte beni kül etmez yakmaz,
Biz ne cehennemler görmüş adamız.

Hadi daha çabuk daha acele
Git başka kollara git güle güle
Sende unutursun adımı bile
Biz ne vefasızlar görmüş adamız.

Hep aynı hikaye aynı masal
Sen bu şarkıyı git başka yerde çal
Al yanıbaşımdan gölgenide al
Biz ne yanlızlıklar görmüş adamız.

Mihriban

Mihriban



An deinen blonden Haaren mein irres Herz
fesselten sie, kann nicht freigesetzt werden Mihriban ?
Der Tod ist nicht heftiger als Trennung an Schmerz
Wer nicht sieht, wird nicht in die Lage versetzt werden Mihriban

Wird „Geliebte“ erwähnt, fehlt Feder aus der Hand
Meine Augen sehen nicht, verwirrt mein Verstand
Die Flamme in meiner Lampe zittert durch Frostes Band
Liebe kann nicht aufs Papier gesetzt werden Mihriban

Zuerst Zieren, dann Worte und dann List
Geliebte sorgt, daß Verliebte in allen Munden kreist
Auch wenn es Jahre und Jahrhunderte vergangen ist
Alter Brauch kann nicht abgesetzt werden Mihriban

Für meine Wunden haben kein Mittel die Mediziner
Wenn Liebe genannt wird, such dann nicht weiter
Zwar haben alle Gegenstände ein Ende aber
Der Liebe kann keine Grenze gesetzt werden Mihriban

Nicht umsonst ist der Rose des Nachtigalls Huld
Legtest Eis in die Liebesaschee wird zum Glut
Mich wunderte des schwarzen Schicksals Geduld
Stöße sie an den Felsen wird nicht zersetzt werden Mihriban

Keiner Beschreibung paßt die Bedeutung der Liebe
Nur der Leidende kennt diesen Gram diese Sorge
Ein fester Knoten von Anfang bis Ende das ganze
Konnte nicht, kann nicht auseinandergesetzt werden Mihriban
.

Özledim seni...

Özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

Hiç

Hiç Bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mı hiç?
Hani ölmüs gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacagını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek girecegini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyecegini de bilmen gibi.
Ne zor sey değil mi ölmedigini bilmek ,
ama ölmüs gibi ulasılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?

Özlemek,

bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek...
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek ,
artık sonunun "Pi" hali degil mi?
Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıstır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düsünmek,
belki su an arkamda yürüyen insanların içinde bir
yerde demek,
belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar
yasamak
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sende biliyorsun değil mi bunları.?
Bir sinema koltugunda sende iki kişi gibi oturdun mu
hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına.
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir sarkı dinlediğinde
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylasamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarim vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarim insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yasatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu bacagını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden
birisine aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut sarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün
ama merhem olamadığın zamanlar.

Gücünün,

hani o tanrısal gücünün
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç....
Hiiç...
hiç...
bir hiç...


can dündar

Nedenim

artık bilmiyorum ne olduğunu
sormuyorum
zaman mıydı beni alıkoyan
yoksa mekân mı
merak etmiyorum artık
değişti her şey garipleşti
gitmek
değişti yola düşmek
ve uzaklara dalmak
anlamını yitirdi
sanma ki umrumda değil
halâ içimde bir yerlerde
gizli
fakat bir sebebi vardı her şeyin
bir gidişin
bir içe düşüşün

artık bilmiyorum ne
çünkü sen
sen gelmiştin bir sonbahar
ya da ilk benim için
sahildeki bir kum tanesi gibi
herkesle aynı
herkes gibi iç içe
ama sen deniz
ya da bir okyanus artık her neysen
katmıştın beni koyu maviliğine

işte bu
artık sormamamın nedeni
bilmek istemeyişimin
bir ilk bir sonbahardan kalma seni
tek seni düşünmemin nedeni..

süleyman salih şahin

Gençleşmenin 11 Adımı

Aşağıdaki, gerçek yaşınızı daha aşağılara çekebilmek için oluşturulmuş “Sağlıklı Gençleşmenin 11 Adımı” başlıklı yazıda verilen önerileri saklayın ve sıklıkla gözden geçirmeyi unutmayın. Unutmayın gerçek yaşınızı 26 yıla kadar geriye taşıyabilirsiniz…

1. Vitaminlerinizi alın

Düzenli olarak C vitamini (1200 mg/gün), E vitamini (400 IU/gün), kalsiyum (1000-1200 mg/gün), D vitamini (400-600 IU/gün), folat (400 mikrogram/gün), ve B6 vitamini (6 mg/gün) almak gerçek yaşınızı 6 yaş geriye taşıyabilir.

2. Sigarayı bırakın ve pasif içici olmaktan sakının

Sigara gerçek yaşınızı 8 yaş ileriye taşıyabilir.

3. Kan basıncınızı öğrenin ve izleyin

Düşük kan basıncına sahip bir kişi (~115/75 mm Hg) yüksek kan basıncına sahip bir kişiden (160/90 mm Hg’dan daha yüksek) 25 yaşa kadar daha genç kalabilir.

4. Yaşamınızdaki stres kaynaklarını azaltın

Çok stresli olduğunuz zamanlarda gerçek yaşınız takvim yaşınızdan 32 yıla kadar daha ilerde olabilir. Sağlam sosyal ilişkiler kurarak ve stres azaltma stratejilerinden yararlanarak stresin sizi taşıdığı fazladan 32 yılın 30’unu geriye doğru kat etmek mümkündür.

5. Diş ipi kullanın

Diş ipi kullanmak ve dişlerinizi düzenli olarak fırçalamak gerçek yaşınızı 6.4 yıl geriye taşıyabilir.

6. Aktif olun

Az miktarda egzersiz bile (günde 2 kez 20 dakikalık yürüyüş) gerçek yaşınızı neredeyse 5 yıl geriye taşıyabilir.

7. Emniyet kemeri kullanın

Emniyet kemeri kullanma alışkanlığını edinmek ve her zaman hız sınırının 10 km/ saat altında araç kullanmak gerçek yaşınızı 3.4 yıla kadar geriye taşıyabilir.

8. Lifli gıda tüketin

Günlük beslenme sırasında 25 gram lif tüketen birinin gerçek yaşı günde 12 gram lif tüketen birine göre 2.5 yıl daha geridedir. Erkeklerin günde 25 gramdan da daha fazla lif tüketmeleri gerekir.

9. Sağlığınızı yakından izleyin

Sağlığı ile ilgili gelişmeleri titizlikle izleyen, tedavi ve bakım konusunda standartlarını her zaman yüksek tutan kişiler bunu yapmayanlara göre 12 yaşa kadar daha genç kalabilirler.

10. Bol bol gülün

Kahkaha stresi azaltır, bağışıklık sistemini destekler ve gerçek yaşınızı 8 yıla kadar geriye taşıyabilir.

11. Yaşam boyu bir “öğrenci” olarak kalmayı hedefleyin

Yaşam sürecinde entelektüel faaliyetlerden uzak kalmayan kişiler gerçek yaşlarını 2.5 yıla kadar geriye taşıyabilirler.