Değmez dediğin insan, kalbinin her kıvrımına değer ya; hayatın en falsolu küfürlerinden biridir bu aslında..!

Agustos Pembe 90 Image Banner 468 x 60

13 Kasım 2007

Yeşil Gözler


Ay ışığı kara bir bulutun ardında kaybolduğunda, yere diz çöktüler. Elleri, dudakları birbirine kenetlendi. Islak kumlara uzandılar. Artık onlar da bulutların üzerindeydi. Genç kızın siyah saçları boşlukta eridi, yitti. Derken, bulutlar aralandı, nereden çıktılarsa, kara giysili adamlar belirdi, kollarına girdiler, onu bir uçurumun kenarına getirdiler. "Asuman!" diye haykırdı ancak boğazından ses çıkmadı. Karşıdaki boşlukta mavi giysili bir kız; "Uyansana, uyansana!" diye bağırıyordu. Sesler giderek daha yakından gelmeye başladı, kalınlaştı; "Uyan hemşehrim, uyan!" Gözünü açtığında, yanında oturan kır saçlı yaşlı adam, onu omzundan tutmuş sarsıyordu; "Uyan hemşehrim, bak, az kaldı geliyoruz!". "Ne oldu?" diye sordu, uyku sersemi... Başı yana düşmüş, cama dayadığı sol kolu uyuşmuştu. "Kâbus gördün herhalde yeğenim, uykunda bağırıyordun." dedi adam. Elinde sarı pirinçten eski bir anahtar tutuyordu. "Bu senin mi?" "Cebimden düşmüştür." dedi genç. Anahtarı aldı, evirdi, çevirdi, cebine yerleştirdi. "Memleket neresi?" Yaşlı adam bir kaşını kaldırmış, kuşkuyla onu inceliyordu. "Buralıyım, ama dört yıldır gurbetteydim" diye yanıtladı genç. "Kimlerdensin ?" "Tanımazsın sen amca, zaten kimim kimsem kalmadı artık burada. Seni çok rahatsız etmedim ya?" "Yok" dedi yaşlı adam, "beni rahatsız etmedin, ama sen rahatsızdın. Uykunda birisini sayıklıyordun. Dur bakayım, neydi adı? Asuman mıydı? Neyse, çıkaramadım... "Neden dönüyorsun gene memlekete?" "Ziyaret işte" diye geçiştirdi. Gördüğü düşün etkisindeydi, Asuman'ın hayali gözünün önünden gitmiyordu. Birlikte oldukları son geceyi anımsadı. Bir daha hiç görememişti onu. Başını cama doğru çevirdi. Yolun iki yanında sıralı portakal bahçeleri yeşil bir örtü gibi akıp geçiyordu. Görmeyeli, aralardaki boş tarlalar seralarla dolmuştu. Tüm vadi sera camlarından, naylonlarından yansıyan güneşle pırıl pırıl parlıyordu. Güneş doğalı birkaç saat olmuş, hava çoktan ısınmıştı. Aylardan mayıs olmasına karşın, yolcular sıcaktan bunalmış, ne yapacaklarını bilemez haldeydi. Yaşlı bir adam elindeki gazeteyi sallayarak serinlemeye çalışıyor, bir diğer yolcu elindeki su şişesi ile saçlarını ıslıyordu. "İnecek var" diye seslendi, güzel sesli bir kadın. Bir portakal bahçesinin yanında durdular. Açılan kapıdan dolan sıcak hava, içeriye mis gibi portakal çiçeği kokusu getirdi. Genç yolcu kucağında küçük çocuğu ile aşağı indi. Otobüs arkasında bir toz bulutu bırakarak hareket etti. Bir tepeyi tırmandılar, bir anda, uzakta, masmavi deniz belirdi. Virajları birer, birer dönerken, aşağıda kasabanın evleri göründü. Otobüs meydanda durdu. Yolcular indiler, eşyalar bagajdan çıkarıldı. O, çantasını aldı, bir an başını önüne eğip bekledi. Bir garip heyecana kapıldı, kalbi bir kuş gibi çırpınıyordu. Çevresine bakacak kadar cesaret gelince, ilerledi, yolun karşısına geçti. Öğlen güneşi kasabayı esir almıştı. Sokaklarda kimseler yoktu. Asfaltın üzerinden sıcak bir hava sütunu titreyerek yükseliyordu. Köşede, Dursun'un kahvesinde, bahçedeki hoparlörden çevreye neşeli bir şarkı yayılıyordu. Kahveye girdi, bardakları temizleyen garsondan soğuk bir şise su istedi, bahçeye çıktı. Sandalyeler, masalar bomboştu. Ağır, ağır ilerledi. Yolları, bahçeleri, evleri birer, birer anımsadı. Az ileride kasap Mehmet'in pembe boyalı evi olduğu gibi duruyordu. Yanındaki arsaya ise dört katlı bir apartman dikilmişti. Bir kaç sokak ötede durdu. Sokağın sonundaki, boyasız tahtaları kararmış harap eve uzun, uzun baktı. İçini bir hüzün kapladı, oracıkta yere çömeldi, başını göğe çevirdi. Gök masmaviydi, küçük bulutlar uçuşuyordu. Beyaz bir martı bir bulutun önünden geçiverdi. Neden sonra kalktı, yürüdü. Bahçe kapısı paslanmıştı, zorlukla açıldı. Her yeri yabani otlar bürümüş, duvarın dibindeki tahta divan çürümeye yüz tutmuştu. Sarı pirinç anahtarı cebinden çıkardı, evin kilidine soktu, anahtar dönmedi. Kilit değişmişti. " Birini mi aradınız ? " diye yankılandı tanıdık bir ses. İrkilerek toparlandı. Komşu apartmanın alt katındaki yaşlı bakkal çatık kaşlarla onu süzüyordu. "Merhaba" dedi, "Asım amca beni tanımadın mı? Ben Selim öğretmenin oğlu Uğur." Asım bakkal gözlerini kısarak baktı. Neden sonra çatık kaşları gevşedi; " Uğur, sen misin?.. Nereden çıktın? Hoş geldin oğlum gel!" Kucaklaştılar, öpüştüler. "Geçmiş olsun, Allah bir daha düşürmesin, mahpusluk zor iş." "Sorma Asım amca" dedi Uğur "Dört yıl geçti aradan. Bir gece kapı çalındı, ne olduğunu bile anlamadım. Koluma girdiler, götürdüler. Kimseye veda bile edemedim. Gerçi sonunda suçsuzluğumuz anlaşıldı, beraat ettim, ama ben de bittim." Gördüğü işkenceleri, çektiği sıkıntıları anlatmak istemedi. Dükkana girdiler, Uğur boş bir sandığın üzerine oturdu. Asım bakkal dolaptan soğuk bir gazoz açtı. Birkaç müşteri gelip gitti. Arada uzun, uzun konuştular. Asım bakkal ona, o yokken annesinin nasıl öldüğünü anlattı. Uğur'un gözleri nemlendi, omuzlarına yılların ağırlığı çöktü. Bir süre konuşamadılar. O sırada içeri küçük bir kız girdi. Esmer yüzü hüzünlü, saçları dağınık, giysileri kirliydi. "Asım amca, bir ekmek verir misin? " dedi. Kızın yeşil gözleri Uğur'a tanıdık geldi. " Gonca, kızım, annen nerelerde? Kaç gündür görünmüyor. " diye sordu Asım bakkal ekmeği verirken. Küçük kız başını üzüntü ile öne eğdi, "Annem çok hasta Asım amca, hep uyuyor..." "Asuman'ı hatırlar mısın?" diye sordu Asım bakkal küçük kız çıkınca. " Sen gittikten sonra apar topar evlendirdi onu annesi. O işsiz güçsüz herife güzelim kızı nasıl verdiler anlamadım gitti. İlk günden beri hep döverdi Asuman'ı. O yetimden ne isterdi bilmem. Hele annesi de ölünce, iyice yalnız kaldı kadıncağız. Serseri kocası iki sene önce İstanbul'a çalışmaya gitti. Bazen para gönderir, bazen de aylarca nerede olduğu bilinmez. Son üç aydır hiç haber alamamışlar. Asuman uzun zamandır hasta. Annesine küçük kız bakıyor. "Uğur basını kaldırıp yandaki apartmanın pencerelerine baktı. Asuman'ın oturduğu ikinci kattaki dairenin perdeleri kapalıydı. Bir zamanlar birlikte oturup çay içtikleri balkon boştu. O zamanlar sık, sık ziyaretlerine gider, sardunyaları seyreder, oradan buradan konuşurlardı. Çok konuşkan bir kızdı Asuman. O gün olan biteni uzun, uzun anlatır, arada bir durup gülümserdi. Gözlerinin önüne Asuman'ın hayali geldi. O mavi eteği, beyaz bluzu, zaman, zaman örttüğü başörtüsü altında parlak siyah saçları, gülümseyen güzel dudakları... Asım bakkala teşekkür edip, kendini sokağa attı, sağa sola bakındı. Eve girmekten vazgeçip, kasabanın tek oteline doğru yöneldi. Otele vardığında kendini yatağın üzerine bıraktı, yol yorgunluğuyla uyuya kaldı. Uyandığında hava kararmıştı. Gece hava hala sıcaktı. Dışarı çıktı, sahil yoluna doğru yürüdü. Deniz kıyısına varınca durdu, sonsuza uzanan lacivert örtüye baktı. Dalgaların sahile vuran sesleri martı çığlıklarına karışıyordu. Denize uzanan çamların dibindeki büyük kayaya kadar yürüdü. Kayanın dibine oturdu, o gece üzerinde birlikte oldukları kumlara baktı. Hayallere daldı. Yarın gidip Asuman'a uğrayıp, geçmiş olsun demeli, hatırını sormalıydı. Bu düşünceyle bir sevinç duygusu benliğini sardı, ümitlendi. "Kim bilir, belki ? " diye düşündü, "Belki ona yeniden kavuşurum." Otele döndüğünde günlerdir ilk kez deliksiz uyudu. Sabah uyandığında, güneş çoktan açık kalan perdelerin arasından odanın içine dolmuştu. Lavaboya uzandı, sular kesikti. Üstünü basını düzeltip, saçlarını taradı, sonra eve doğru yola koyuldu. İçinde anlaşılmaz, şeytanca bir neşe vardı. Sokağın başına vardığında bir olağandışılık fark etti. Bakkalın çevresi kalabalıktı. İnsanlar aralarında sessizce konuşuyor , başlarını sallıyorlardı. Dükkana girdi, " Bir büyük kolonya paketler misin Asım amca! " dedi "hediyelik olacak!" Asım bakkal elindeki paranın üstünü sayarken, " Duydun mu Uğur, Asuman ölmüş! " diye söylendi, "Meğerse öleli üç gün olmuş da, küçük kız öldüğünü anlamamış. Uyuyor zannetmiş, günlerce başında beklemiş annesinin. Cenazenin kokusu ortalığı sarınca, komşular polislere haber verip, kapıyı açtırmış. Gonca polisleri istememiş. Cenaze taşınırken, götürmeyin annemi diye ağlamış " Boğazına bir düğüm atılmış gibi oldu, bir şey söyleyemedi, geri, geri sokağa çıktı. " Kolonyayı unuttun !" diye bağırdı Asım bakkal arkasından. Gonca kaldırımda oturuyordu. Uğur'u görünce gülümsedi. Göz göze geldiler. Uğur küçük kızın yeşil gözlerini daha önce nerede gördüğünü anımsadı birden. Epeydir aynaya bakmamıştı, aynada gördüğü gözlerine.

0 Comments: